2 Şubat 2009 Pazartesi

"Her şey yolundaydı: Notlar iyiydi."


“Tavandan gelen ayak sesi, annemin yavaşladığıma şaşması demek oluyordu. İki kere ayakla vuruldu mu, yeniden başlamam istenmekteydi. Üç, genel bir uyarıydı. Kendimi piyanoya vermezsem, ne olup bittiğini anlamak için aşağı inerdi. Bazan, ilk günler, üç kere vurulduğu işitilirdi. Her şeyi iyi yapmanın daha doğru olduğunu keşfettim, çünkü hem daha çabuk olup bitiyor, hem de “fırtına” kopmuyordu.

Buydu işte benim hayatım. Kahvaltıdan önce yarım saat piyano. Kahvaltıdan sonra, okula gidinceye kadar yirmi dakika daha. Öğlende, yemekten önce kırk dakika, sonra okula dönüş. Ödevlerimi aşağı yukarı hep etüdlerde yapıyor ve saat beş buçukta eve dönüyordum. Bir duş, temiz giysiler ve akşam yemeğini beklerken biraz daha piyano. Akşam yemeğini yiyordum ve oynamak için yarım saatim oluyordu. Ama kiminle oynayacaktım? Arkadaşım yoktu. Evde yoktu. Evde kimse, bir arkadaşın beni görmeye gelmesinden hoşlanmıyordu. Ben bile, böyle bir şey olabileceğini düşündükçe kaygılanıyordum.”

“Pazarları, bu okulsuz zamandan yararlanmak için, aşağı yukarı bütün sabah piyano çalıyordum. Önce derslerim, ardından değişiklik olsun diye biraz piyano.”

“Yemekten sonra karnem istenirdi. Her şey yolundaydı: Notlar iyiydi. Ardından en önemli incelemeye gelirdi sıra, “Günah çıkarıp şaraplı ekmeği yedin mi?” Evet. Bir suçum olup olmadığını, bir halt karıştırıp karıştırmadığımı anlamak için haftanın günleri yeniden gözen geçirilirdi. Çıkabilirdim. Sinemanın iki matinesi için çok şıklaşırdım. Evden çıkarken yine uyarılar yağardı: “Deri kasketini giy. Sinemadan çıkıp eve dönmen on beş dakikayı geçmemeli.”

“İsteksizce yola çıkıyordum. Fotoğraflara bakmak için Royal Sineması’ndan geçecek kadar zamanım vardı. Neyse ki ‘günaydın’ zorunluluğundan vazgeçmişlerdi. Günaydın ve tünaydın demediğim için şimdiye dek iki pazar sinemasından yoksun bırakılmıştım.”

“Her şey ceza vermek için bir bahaneydi, oğulları olmadığımı hep hissettiriyorlardı. Daha beteri, ne olursa olsun şöyle diyordum kendi kendime: “Öz oğulları olmadığım için bana böyle davranıyorlar.” Nedendir bilmem, beni kusursuz bir insan haline getirmek istiyorlardı.”

Vasconcelos, Güneşi Uyandıralım, Can Yayınları, 1987, s.28, 29, 30, 31

Hiç yorum yok: