30 Haziran 2009 Salı

Annelik/Babalık Bilgi Ve Sorumluluk Gerektirir


“Aile içinde çocuklarla oluşan sorunların birçoğu, annenin veya babanın, tepkilerini düşünmeden, “başkaları öyle yaptığı için”, sağduyusuna ve içinden gelen duygulara kulak vermeden göstermesinden veya duygularını yanlış ifade etmesinden kaynaklanır.

Varmak istediğimiz amaç, annenin veya babanın kendi değer ve duyguları konusunda bilinçlenmesi, bunları yıkıcı değil de yapıcı bir şekilde ifade edebilmesi, yürürlüğe koyabilmesi, dolayısıyla oluşan sorunlara, yapıcı ve pratik çözümler getirebilmesidir.

Aslında anne/babalık rol gerektirmez, özellikle bilgi ve sorumluluk gerektirir.



Sabır, hoşgörü, sevgi; endişeyle dolu anne/baba adayı, gerçek anne/babalığa başlayınca sabrının o kadarda sınırsız olmadığını, hoşgörüsünü zamanla yitirdiğini ve gittikçe istemediği davranış ve tepkileri göstermeye başladığını görür; çocuğunu çok seveceğini zannederken bazen de hiç sevmediğini hisseder ve bütün bunlardan dolayı suçluluk ve huzursuzluk içinde bocalar. Bu huzursuzluk, çocuğa davranışına yansır ve olay bir kısırdöngü içinde yuvarlanır gider.”

Leyla Navaro, Gerçekten Beni Duyuyor Musun?/Sevdiklerinizi Gerçekten Duyun, Kendinizi Daha İçtenlikle Duyurun, Remzi Kitabevi, 2006, s. 29

29 Haziran 2009 Pazartesi

"Annelik, Öncelikle Bir İlişki!"


“Pierre’nin Şahsında Tüm Çocuklara”

En Önsöz…

“Elinizdeki kitap, ilk kitabım. Bunu yazdığımda fiilen anneydim. Bugün çocuklarım artık birer genç yetişkin. Hala anneyim, ancak fiilen pek değil. Şimdilerde, sadece bana ihtiyaç duyuldukça ‘anne’ oluyorum; yani çocuklarımın, kendi yaşamlarından getirmek istedikleri kesitleri paylaşmak, dertleri olduğunda dinlemek, eğer sorarlarsa öneri getirebilmek veya çok sıkışık olduklarında yetişebilmek için… Anneliğimin fiili katkısı azaldı, ancak niteliği aynı. Çünkü anneliği sadece bakım, beslenme, ders çalıştırma, yönlendirme veya duygusal borçlandırma olarak görmedim. Benim için annelik, öncelikle bir ilişki.”

Leyla Navaro, Gerçekten Beni Duyuyor Musun?/Sevdiklerinizi Gerçekten Duyun, Kendinizi Daha İçtenlikle Duyurun, Remzi Kitabevi, 2006, s. 9

26 Haziran 2009 Cuma

"Zaten Büyüklerin Hepsi..."


“Derken babası geldi aklına. Onun belki kendisini anlayabileceği umudu uyandı içinde, çünkü babasının da çokluk sesi çıkmıyor, sıkılmış ve keyifsiz görünüyordu. Babası, kuşkusuz her zamanki gibi, kocaman ve sessiz atölyesinde resim yapıyordu. Aslında onu rahatsız etmek doğru değildi. Ama babası daha geçen gün, ne zaman canı isterse çıkıp kendisine gelebileceğini söylememiş miydi? Kim bilir, belki unutmuştu bunu yine, zaten büyüklerin hepsi verdikleri sözü çok geçmeden unuturdu. Ama olsun, bir deneyebilirdi. Hay Allah, insan teselliye bu kadar gereksinim duysun da, kendisini teselli edecek birini bulaması!”



“Hayır, bunlar değildi Pierre’in istediği. Sadece atölyeden yine kurtulabilmek için, güvercinlere yem vermeye gideceğini söyleyince, babasının rahat bir nefes aldığını ve gidecek olmasından memnunluk duyduğunu açıkça fark etti. Babası bir öpücükle kendisini koyverince, çıktı atölyeden. Babası arkasından kapıyı kapayınca Pierre yine yalnız kaldı, eskisinden daha büyük bir yalnızlık ve boşluk içindeydi bu kez. Yoldan sapıp çimenler üzerinde yürümeye koyuldu, aslında yasaklanmıştı bunu yapması…”

Hermann Hesse, Rosshalde, Yapı Kredi Yayıncılık, 2009, s. 96-99

25 Haziran 2009 Perşembe

"Kimse Çıkıp İlgilenmiyordu Kendisiyle"


“Arkasına döndüğü gibi usulcacık yürüyüp uzaklaşmaya koyuldu bulunduğu yerden, geldiğini duysunlar, kendisine seslensinler istemedi. Kimse kendisini sorguya çekmemeli, kimse kendisini uyarmamalı ve uslu olmaya davet etmemeliydi. Durumu iyi değildi, hiç ama hiç iyi değildi; oysa kimse çıkıp ilgilenmiyordu kendisiyle. Madem öyle, o da yalnızlığının ve üzüntüsünün hiç değilse bir güzel tadını çıkaracak, kendisini tam anlamıyla acınacak durumda hissedecekti.”

“Tanrı babaya gitti aklı, bazen çok sever, sayardı onu, Tanrı babayı düşünmesi bir lokmacık da olsa avuttu, ısıttı gönlünü, ama yine çarçabuk eski haline döndü. Kim bilir, belki Tanrı babada da iş yoktu. Oysa özellikle şu sıra güvenebileceği, kendisinden hoşa gidecek, avutucu sözler duyabileceği bir kimseye öyle ihtiyacı vardı ki!”

Hermann Hesse, Rosshalde, Yapı Kredi Yayıncılık, 2009, s. 96

24 Haziran 2009 Çarşamba

"En İyisi Oracığa Uzanıp Yatmak Ve Uyumak…"


“Beklenti ve güvensizlik arasında tedirgin, evden çıkarak ıhlamurlu bahçeye yöneldi, yeni bir şeylerin arayışı içinde, bir şeyler bulmaya çalışarak, bir macera peşinde. Midesinde bir tatsızlık vardı, daha öncesinde bildiği bir duyguydu bu, başında şimdiye kadar hiç bilmediği ölçüde bir yorgunluk ve ağırlık hissediyordu, kaçıp annesinin dizi dibine sığınsa ve ağlasa dünyalar kendisinin olacaktı. Ama bunu yapamazdı, o mağrur, o büyük ağabeyi vardı evde çünkü, zaten ağabeyi küçük bir çocuk olduğunu hep sezdirip duruyordu kendisine.

Bari annesinin aklına gelseydi de kendiliğinden bir şeyler yapsaydı, onu çağırıp birlikte bir oyun oynamalarını önerseydi, onu sevip okşasaydı. Ama annesi tabii yine Albert’le (ağabey) gitmişti. Pierre bugünün mutsuzlukla dolu olduğunu, bugünden fazla bir şey bekleyemeyeceğini seziyordu.”



“Kaşlarını çatarak gözlerini yerde gezdirdi, ayakkabılarının uçlarıyla çakılları eşeledi ve gri renkte sümüklü bir salyangozu ayağıyla hayli uzağa, ıslak otların içine fırlattı. Kendisiyle konuşmak isteyen hiçbir şey yoktu bugün, ne bir kuş, ne bir kelebek; hiçbir şey yüzüne gülmek, onu sevindirip neşelendirmek istemiyordu. Her şey susuyordu, her şeyde bir yavanlık, karamsarlık ve bayağılık vardı. Karşısına çıkan bir ağaççıktan açık kırmızı renkte küçük bir frenküzümü koparıp ağzına attı, soğuktu ve ekşiydi tadı. En iyisi oracığa uzanıp yatmak ve uyumak, diye geçirdi içinden, her şey eskisi gibi yeni, güzel ve eğlenceli bir görünüm kazanıncaya kadar uyumak. Buralarda böyle dolaşıp durarak kendi kendini yiyip bitirmenin ve nasıl olsa gerçekleşmeyecek umutlara kapılmanın anlamı yoktu.”

Hermann Hesse, Rosshalde, Yapı Kredi Yayıncılık, 2009, s. 95

23 Haziran 2009 Salı

"Git Oyna Diyorlar"

"Söyle bakayım Pierre. Benden memnun değil misin yoksa?"

"Memnunum babacığım. Ama resim yaparken pek gelmek istemiyorum sana. Daha önce bazen geldim…"

"Ee, hoşuna gitmeyen bir şey mi oldu?"

"Biliyor musun babacığım, seni görmek için atölyeye geldim mi, saçlarımı okşuyorsun hep, hiç konuşmuyorsun, gözlerindeki ifade de tamamen değişiyor. Hatta bazen kötü kötü bakıyorsun. Bir şey söylesem, gözlerinden anlıyorum ki beni hiç dinlemiyorsun, evet evet diyorsun sadece, konuştuklarıma hiç dikkat etmiyorsun. Ama ben de sana gelip bir şey anlattım mı, beni dinlemeni istiyorum işte. "

"Olsun, gel sen yine sevgili Pierre. Unutma hiç, kafam o sıra üzerinde çalıştığım işteyse, kendimi iyice o işe vermişsem, o işi en güzel nasıl yapıp çıkaracağımı iyice, ama iyice düşünmem gerekiyorsa, o zaman hemen işi bırakıp seni dinleyemem elbet. Ama bir daha gelirsen, deneyeceğim bakalım, senin istediğin gibi davranmaya çalışacağım."

"Evet, anlamıyor değilim. Benim de çokluk bir şey üzerinde düşünmem gerekiyor, derken bakıyorum biri bir şey söylüyor oradan, ben de ister istemez söyleneni yapmak zorunda kalıyorum. Hiç hoş değil doğrusu. Kimi vakit bütün gün asla yerimden kımıldamayayım, oturup düşüneyim istiyorum; ama bir de bakıyorum, git oyna diyorlar ya da ders çalışmamı söylüyorlar ya da bir başka şey yapmamı. Benim de kafam iyice kızıyor tabii."

Pierre, düşündüğü şeyi anlatabilmek için çaba harcamaktan yorgun düşmüş, önüne eğdi başını. Kolay değildi anlatmak, yine de çokluk pek anlamıyorlardı insanı.

Hermann Hesse, Rosshalde, Yapı Kredi Yayıncılık, 2009, s.

22 Haziran 2009 Pazartesi

"Pierre'n Haftası"


"Güven Dolu Hafifçecik Elini…"

“Bay Veraguth oğlunu elinden tuttu, atölyeden çıktılar. Oğlu Pierre’in yanında yürümek, adımlarını onun küçük adımlarına uydurmak, onun güven dolu hafifçecik elini avucunda hissetmek kadar dünyada kendisini rahatlatan, varlığının derinliklerine gömülmüş tüm sevecenlikleri, çaresizlik içindeki tüm ince ve narin duyguları bulundukları yerlerden çekip çıkaran bir başka şey daha yoktu.

”Hermann Hesse, Rosshalde, Yapı Kredi Yayıncılık, 2009, s. 17

19 Haziran 2009 Cuma

"Acılaşma"


“Farklı olmayı istemek, bir hastalık mı?”

“Evet, kendinizi herkes gibi olmaya zorlarsanız, öyle. Nevrozlara, psikozlara, paranoyaya yol açar. Doğayı çarpıtmaktır bu, Tanrı’nın yasalarına karşı gelmektir; dünyanın bütün dağlarında, ormanlarında, bir tek yaprağı bile bir başkasının tıpkısı olarak yaratmamıştır Tanrı. Oysa siz farklı olmayı delilik sayıyorsunuz, onun için de Villete’te (burada) kalmayı yeğlediniz, çünkü burada herkes farklı ve böylece siz kendinizi herkes kadar normal görüyorsunuz. Dediklerimi anlıyor musunuz?”

Mari başını olumlu anlamda salladı.

“İnsanlar doğaya aykırı davranıyorlar, çünkü faklı olmaya cesaret edemiyorlar, o zaman da bünye Vitriol üretmeye başlıyor. Bu zehrin yaygın olarak bilinen adı “Acılaşma”dır.”

Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor, Can Yayınları, 2000, 165

18 Haziran 2009 Perşembe

"Herkes Gibi Olmak Ciddi Bir Hastalıktır"


“Eveeet, şimdi gelelim hastalığınıza. Her insan tektir, her burnun kendi özelikleri, içgüdüleri, farklı beğenileri, istekleri, serüven biçimleri vardır. Ancak, toplum her zaman belirli davranış kurallarını herkese empoze etme eğilimindedir, tek tek insanlar ise neden bu kurallara uymak zorunda olduklarını merak etmezler.”

...

“İyileştim mi?”

“Hayır. Siz farklı bir insansınız, ama herkes gibi olmak istiyorsunuz. Bu da, bana kalırsa, ciddi bir hastalıktır.”

Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor, Can Yayınları, 2000, s. 164

17 Haziran 2009 Çarşamba

"Yalnızca OL"


“Adam flüt çalmaya başladı. Yavaş yavaş müzik ruhunu yatıştırdı. Tüm dikkatini gül üstünde yoğunlaştırmayı başardı.

...

Oysa müzik onu başka yerlere götürüyordu: kafanı boşalt, herhangi bir şey düşünme, yalnızca OL. Veronika kendini bıraktı, gözünü güle dikti, kim olduğunu gördü, gördüğü hoşuna gitti…”

Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor, Can Yayınları, 2000, s. 103

16 Haziran 2009 Salı

"Gerçek Ben"


“Veronika sordu: “Gerçek ben” nedir? Belki oradaki herkes bunu biliyordu, ama ne önemi vardı, başkalarını kızdırmaktan korkmamayı öğrenmek zorundaydı.

Adam sözünün kesilmesine şaşırmış gibiydi, ama sorunun yanıtını verdi:

“İçindeki sen, başkalarının biçimlendirdiği sen.”

Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor, Can Yayınları, 2000, s.103

15 Haziran 2009 Pazartesi

"Veronika Ölmek İstiyor" Haftası

"Farklı Olma Riski"

“Sizler de aynı şeyi yapabilmelisiniz; deliliği elden bırakmadan normal insanlar gibi davranın. Farklı olmak riskini göze alın, ama bunu fazla dikkat çekmeden başarmaya bakın. Gözünüzü şu çiçekten ayırmayın, “gerçek ben”in ortaya çıkmasına izin verin.”

Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor, Can Yayınları, 2000, s.102

12 Haziran 2009 Cuma

Gerçek Aşk Eşittir, Temizdir…


“Gerçek aşk ölümsüzdür, inanın! Gerçek aşk sonsuzdur, kendi kendine benzer; eşittir, temizdir, kendisini şiddetle göstermez; saçları beyazlaşır, gönlü hep gençtir.”

Honore De Balzac, Vadideki Zambak, Oğlak Klasikleri, 2000. s. 143

11 Haziran 2009 Perşembe

Basit Bir Görgü Kuralı


“Görgünün en önemli kurallarından biri, insanın kendi hakkında hemen hemen hiçbir şey söylememesidir.”

Honore De Balzac, Vadideki Zambak, Oğlak Klasikleri, 2000. s. 137

10 Haziran 2009 Çarşamba

İnsanın Önündeki Üç Tehlike


“Özellikle dostum, bu küçük şeyler benim en iyi bildiğim şeyler, iyi bildiğimi sandığım şeyler üzerinde ısrarla durabilirim elbette; fazla güvenmeyin, ne bayağı ne görkemli olun! Bunların üçü de insanın önünde tehlikedir, engeldir. Aşırı güven saygıyı azaltır, bayağılık küçümsenmenize yol açar, fazla çaba da sömürülmenize neden olur.”

Honore De Balzac, Vadideki Zambak, Oğlak Klasikleri, 2000. s. 135-136

9 Haziran 2009 Salı

İyilik Yapmanın Ve Reddetmenin İnceliği


“Sizden yerine getiremeyeceğiniz bir şey istendiğinde hiçbir sahte umut kapısı bırakmadan kesin olarak “hayır” deyin. Vermek istediğiniz de çabucak, gecikmeden verin, böylelikle reddetmenin inceliğiyle iyilik yapmanın inceliğini, insanı yücelten bu çifte dürüstlüğü kazanırsınız.”

Honore De Balzac, Vadideki Zambak, Oğlak Klasikleri, 2000. s. 135

8 Haziran 2009 Pazartesi

Kendi Vicdanımız/Toplum Vicdanı


“İçinde zeka ve yeteneklerinize uygun bir yer istediğiniz toplumu bu biçimde ele alınca şu özdeyişi temel ilke olarak kabul etmeniz gerekecektir: Kendi vicdanımıza karşı olduğu gibi, toplum vicdanına karşı da bir şey yapmamalıyız. Israrımı gereksiz bulacaksınız belki ama yalvarıyorum size, evet Henriette’niz yalvarıyor size, bu iki sözün anlamını iyi tartın. Dostum görünüşte basit şeyler belki bunlar ama doğruluğun, onurun, dürüstlük ve nezaketin, hayatta başarıya ulaşmanız için en güvenli, en hızlı araçlar olduğunu gösterirler.”

Honore De Balzac, Vadideki Zambak, Oğlak Klasikleri, 2000. s. 133-134

5 Haziran 2009 Cuma

"Zor Olan Hayatın Kendisiydi"


“Ölüm bir ağlama konusu değildi. Tepenin doruğundaki o çukur, hamile bir kadının göbek deliğini simgeliyordu. Alobar çıktığı yere geri dönmüştü. Doğmak ve ölüm kolaydı. Zor olan hayatın kendisiydi.”

Tom Robbins, Parfümün Dansı, Ayrıntı Yayınları, 2005, s. 37

4 Haziran 2009 Perşembe

"Raslantı İle Amaçlı Olan"


“… ama o zamanlarda da rastlantı ile amaçlı olan arasındaki farkı saptamak, tıpkı bugünkü gibi, son derece zordu.”

Tom Robbins, Parfümün Dansı, Ayrıntı Yayınları, 2005, s. 37

3 Haziran 2009 Çarşamba

"Benzersiz Tecrübe"


“Onun aradığı şey, benzersiz bir tecrübenin sonunda, benzersiz bir varlık olmaktı.”

Tom Robbins, Parfümün Dansı, Ayrıntı Yayınları, 2005, s. 35

2 Haziran 2009 Salı

"Aradığım Şey"


“Alobar, “Sanırım ben bir şey arıyorum.” diye itirafta bulundu. Aradığım şey ne servet, ne yeni topraklar, ne yeni kadınlar, ne de yeni onur kaynakları. Hatta uzun bir ömür bile değil. Benim aradığım şey asla var olmadı. Ne karada, ne de denizde.”

Tom Robbins, Parfümün Dansı, Ayrıntı Yayınları, 2005, s. 35

1 Haziran 2009 Pazartesi

"Parfümün Dansı" Haftası


Bir Şey Olma Arzusu

“…ama benim içimde… daha fazla bir şey olma arzusu var. Sesiyle ölümün çıngırağını bastırabilen bir şey olmak istiyorum.”

Tom Robbins, Parfümün Dansı, Ayrıntı Yayınları, 2005, s. 32