30 Haziran 2010 Çarşamba

"Kollamaktır Vazifem, Yaşatmaktır"


Aşk'a Devam...

“Sufiyem, canım pahasına savunurum canı; yeminimdir, karıncaya dahi kıyamam. Kuş görsem Süleyman gelir aklıma; balık görsem Yunus. Kollamaktır vazifem, yaşatmaktır. Baktım bir adam bir adama zarar verecek, zayıfı korumak için elimden geleni yaparım. Velakin şiddet yoktur adabımızda. Elimden gelip geleceği, hancı ile yolcu arasına cansız bir perde gibi çekmek olur şu fani bedenimi.”

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s. 52

29 Haziran 2010 Salı

"Maktulün Bedduası"


Aşk'a Devam...

“Birini öldürdüğün zaman, mahakkak ki ondan bir şeyler bulaşır sana: Bir resim, bir koku, bir nefes… Bir ah, bir lanet,bir ses… “Maktulün bedduası” derim ben buna. Bedenine yapışır kalır. Başlar oymaya, tenini delip geçercesine. Ta ki yüreğinin derinliklerine sızana değin. Orada tutunur, yeniden sende yaşam bulur. Rüyalarına girer, uykularını delik deşik böler. Gündüzleri bir şekilde idare edersin ama gece olup yalnız kaldığında, döşeğinde soğuk soğuk terlersin. Her maktul katilinde yaşamaya devam eder. Kabil Habil’i öldürdükten kelli, hiçbir katil kurtulamamıştır kurbanının emanetini yüklenmekten.”

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s. 39






28 Haziran 2010 Pazartesi

40/40


Kırk Kural'ın Kırkıncısı

Kırkıncı Kural: “Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.

Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.”

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s. 415

25 Haziran 2010 Cuma

"Bilmek. Bu Da Ürkütüyor"


Bütün Hafta Bir Şiir/Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü

“Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
böylesine hazırlıklı değilim daha.

Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.”

İsmet Özel, http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?siir_id=14010

24 Haziran 2010 Perşembe

"Doğadan Bir Vahiy Bekledimse Boşuna"


Bütün Hafta Bir Şiir/Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü

“çapraştım, and içip ayna kırdım
doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın.”

İsmet Özel, http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?siir_id=14010

23 Haziran 2010 Çarşamba

"Denedim"


Bütün Hafta Bir Şiir/Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü

“Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara
sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan
ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında”


İsmet Özel,http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?siir_id=14010

22 Haziran 2010 Salı

"Lekesiz, Umutlu Ve Budala"


Bütün Hafta Bir Şiir/Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü


"pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can
madenlerin buharından elde edilen büyü
bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular
nelerse ki yaşamak sözünü asi kılan
nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala."

İsmet Özel, http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?siir_id=14010

21 Haziran 2010 Pazartesi

"Özür Bulamayınca Aşka"


Bütün Hafta Bir Şiir/Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü

“Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka
sonuçları bir bir gözden geçiriyorum”

İsmet Özel, http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?siir_id=14010

18 Haziran 2010 Cuma

17 Haziran 2010 Perşembe

Silginiz


"Silginiz kaleminizden önce bitiyorsa, yanlışınız çok demektir"

Anonim

16 Haziran 2010 Çarşamba

Kendimi Nokta Kadar Küçük...


"Kendimi nokta kadar küçük hissettiğim zaman bakıyorum ki, anlamlı bir cümlenin sonundayım"

Anonim

15 Haziran 2010 Salı

14 Haziran 2010 Pazartesi

11 Haziran 2010 Cuma

Kız Arkadaş


Anekdot Haftası

Annem "Kız arkadaşlarını unutma" diye tavsiyede bulunmuştu.."Yaşın
ilerledikçe senin için daha önemli olacaklar, kocanı-çocuklarını ne kadar
çok seversen sev, yine de kız arkadaşlarına ihtiyaç duyacaksın..
Onlarla bir yerlere gitmeyi ihmal etme.

Onlara vakit ayır ve kız arkadaşlarını daima hatırla.
Onlar sadece arkadaşların değil.
Senin kardeşlerin, kızların..." demişti.
"Ne kadar komik bir öğüt... Daha yeni evlenmedim mi? Artık ben evli bir kadınım. Kız arkadaşlarına ihtiyaç duyan bir genç kız değilim ki.
Bundan sonra kocama hayatımı adamak, yapacağım tek şey olacak" diye
düşünmüştüm.
Ama yıllar geçtikçe, çocuk olsa da ya da olmadıkça, kocalardan
boşandıkça, sevgililerin biri gidip diğeri geldikçe, annemin dediklerinin ne anlama geldiğini çok iyi anladım.

Zaman geçiyor…
Hayat akıyor…
Mesafe ayırıyor…
Aşk büyüyor… Sonra azalıyor…
Kalpler kırılıyor…
Kocalar evde bir yerde duruyor…
Veya evlilikler mahkemede son buluyor…
Sevgililer değişip duruyor…
Erkekler arayacaklarını söyleyip, aramıyor…
İşler geliyor ve gidiyor…
Ebeveynler ölüp gidiyor…
Komşular değişiyor…
Ama kız arkadaşlar hep oradalar…
Siz onları bırakmadığınız sürece…
Geçen yıllar ve arada kaç km. mesafe olduğu hiç önemli değil…
Bir kız arkadaş, hiçbir zaman ona ihtiyaç duyduğumuzdan daha uzak
değil…
Hayatınız içinde, öyle ya da böyle, yakın ya da uzak…

10 Haziran 2010 Perşembe

Kurbağaların Yarışı/Olumsuz Düşünen İnsanları Duymayın

Anekdot Haftası

Günlerden bir gün kurbağaların yarışı varmış.
Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış.

Kurbağalar da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar.

Yarış başlamış.
Gerçekte seyirciler arasında hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkacağına inanmıyormuş.
Sadece şu sesler duyulabiliyormuş:
- Zavallılar
-Hiçbir zaman başaramayacaklar!

Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar.
İçlerinden sadece bir tanesi inatla, yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.
Seyirciler bağırıyorlarmış:
-Zavallılar. Hiçbir zaman başaramayacaklar!

Sonunda bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış yarışı bırakmışlar.
Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış.

Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler.
Bir kurbağa ona yaklaşmış, sormuş “Bu işi nasıl başardın?” diye.
O anda farkına varmışlar ki...
Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

OLUMSUZ DÜŞÜNEN İNSANLARI DUYMAYIN
ONLAR KALBİNİZDEKİ ÜMİTLERİ ÇALARLAR!

9 Haziran 2010 Çarşamba

Hacı Bektaş Veli Ve Mevlana


Anekdot Haftası


Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. (O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.)


Durumu Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır.


Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.


Mevlana şöyle der
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.


Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergahına gider ve Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.

Hacı Bektaş da söyle der
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.



8 Haziran 2010 Salı

Eflatun’a 2 Soru


Anekdot Haftası


Eflatun’a iki soru sormuşlar. Birincisi, insanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir? Eflatun tek tek sıralamış;

Çocukluktan sıyrılırlar ve büyümek için acele ederler, ne var ki çocukluklarını özlerler.

Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.

Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yasarlar.

Hiç ölmeyecek gibi yasarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.


Sıra gelmiş ikinci soruya; Peki sen ne öneriyorsun? Bilge yine sıralamış;

Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın!

Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.

Önemli olan, hayatta, en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.


Anekdot Haftası

7 Haziran 2010 Pazartesi

Dedi-kodu


Anekdot Haftası


Bilge, karşısında duran iki adamı ilgiyle süzerek, "Sorun nedir?" diye sormuş. Adamlardan biri diğerine işaret ederek,"O, yaptığı dedikodularla sadece benim şöhretimi mahvetmekle kalmadı, bu köydeki pek çok insanın da canını yaktı!" demiş.
Öteki hemen atılmış: "Üzgünüm... Böyle olsun istememiştim.
Tüm söylediklerimi geri alıyorum."
"Yaa... Bunun gerçekten her şeyi düzelteceğini mi sanıyorsun?" diye söze katılmış bilge, "Yarın köy meydanına kuş tüyü yastığınla gel." "Nasıl yani?..."
"Dediğimi yaparsan anlayacaksın."

Ertesi gün köy meydanında buluşmuşlar. Bilge, adamın eline bir makas vermiş ve yastığı kesip içindeki tüyleri boşaltmasını söylemiş. Yastıktan boşalan tüyler rüzgârla birlikte etrafa savrulunca, "Şimdi," demiş bilge, "Bunların hepsini toplayıp bana getir."
Adam şaşkınlıkla, "Ama bu mümkün değil!" diye cevap vermiş. "Baksanıza, duvarların ardındaki bahçelere kadar savruldular. Öyle geniş bir alana yayıldılar ki, bunların hepsini toplamak imkânsız..."
"Tıpkı başkalarının hakkında sarf ettiğin sözler gibi" demiş bilge, "Yaptığın dedikoduların nerelere, ne kadar uzak mesafelere kadar gittiğini ve nelere sebep olduğunu bilebilir misin, söylesene?..."


Işık Menderes, Radikal Gazetesi, 20 Mayıs 2006

4 Haziran 2010 Cuma

"Keşke Bana Da Böyle Baksa..."


“Marwan, merdivenlerden o kadar sessiz çıkıyordu ki, durup izlemeye başladığında Filipina’nın onu fark etmesine imkan yoktu. Kapının önünde bağırıp duran kediye eğildi Filipina. Oturup kediye baktı. Öyle baktı ki, kedi bir derde düşmüş, derdini demeden anlarmış gibi. Onu iyileştirecekmiş, derman ondaymış gibi. Kedinin içine bakar gibi baktı.


Sanki onun için her şeyi yaparmış, ne yapar eder, koynuna alır, sarar sarmalar, onu her şeyden korurmuş gibi. Sanki ateşlenmişsin de annen bütün gece başında bekleyecekmiş, sirkeli havluları uykunun cehennem karanlığında serin serin ayak bileklerinde hissedecekmişsin, anneni oradan bilecekmişsin, daha şefkatli bir rüyaya alnını tuta tuta seni elleriyle bırakacakmış, sabah onu orada öylece göreceğine şüphe bırakmayacak fısıltılar akıtacakmış kulağına… Öyle bakıyor ki sabaha iyi olacaksın muhakkak. Öyle ki terleye terleye küçülmüş, hafiflemiş uyanacaksın, açınca gözünü, annenin sevinmiş, sana eğilmiş yüzünü göreceksin, “İyi ki hasta olmuşum,” diyeceksin, dertsiz tasasız uykuya dalacaksın tekrar.


Orada, o merdiven boşluğunda Marwan, içinden bakır telden bir cümlenin geçtiğini bildi sadece:


“Keşke bana da böyle baksa…”


Ece Temelkuran, Muz Sesleri, Everest Yayınları, 2010, s. 29

3 Haziran 2010 Perşembe

"Herkesi olduğundan daha kahraman yapar Beyrut."


“Güzel kokulu kızım,

Annen buraya birçokları gibi çalışmak için geldi. Hıristiyan bir ailenin yanında hizmetçiydi sanırım. Bir kesinde bana, “Bu ülkeden geri götüreceğim tek şeyin para olduğunu sanıyordum. Herkes gibi bir hayat kurmayı hayal etmiştim,” demişti. Oysa annen herkes gibi biri değildi. Ya da kim bilir, belki de tıpkı hepimize yaptığı gibi, bu şehir onu da bir roman kahramanına dönüştürmüştü. Herkes bu şehri o yüzden sever Filipinam. Herkesi olduğundan daha kahraman yapar Beyrut.”


Ece Temelkuran, Muz Sesleri, Everest Yayınları, 2010, s. 21

2 Haziran 2010 Çarşamba

"İlginç"


“Oxford’da üç tür “ilginç” vardı. Birincisi, “Hiç de ilginç değil ama şu anda konuşmak zorunda olduğumuza göre birbirimize iyi davransak iyi ederiz,” demekti. İkincisi, “Hiçbir şey anlamadım,” demeye gelirdi ki bunu ancak sarhoş olup doktora tez konusunu Oxford barmenlerine anlatacak duruma düşenler duyabilirdi. Üçüncüsü ise, “Tamamen saçmalıyorsunuz ama akademik adaba sahip olmadığımı düşündürecek kadar delirmedim,” anlamına gelirdi. Stevenson’ınki kesinlikle üçüncü gruptandı. Deniz, “ilginç” kelimesinin üç buçuk yıllık Oxford hayatında gerçek anlamıyla kullanıldığını hiç duymamıştı.”


Ece Temelkuran, Muz Sesleri, Everest Yayınları, 2010, s. 17

1 Haziran 2010 Salı

"İç Gözlerini Tavanda Bir Yere Yerleştirip..."


“Deniz, küçükken Arapça duaları nasıl hiç anlamadan ezberlediyse, böyle gecelerde ne yapılması gerektiğini de öyle bellemişti. Çünkü insanların kendilerinden hiç bahsetmeden, esas olarak hiçbir şeyden gerçek anlamda bahsetmeden, beraber bu kadar uzun bir yemek yiyip bunca şarabı yan yana içebilmeleri son derece mühim bir Oxford terbiyesiydi. Onlar gibi olabilmek için her yolu denemiş, yıllar içinde kalbi bu yolda can çekişirken tek çözümün iç gözlerini tavanda bir yere yerleştirip bütün olup bitenleri uzaktan bir yerden izlerken, aynı anda eksiltilmiş bir haliyle olayın içinde yer almak olduğunu anlamıştı. Zaten kimse onun bütünüyle orada olmasını beklemiyordu.”


Ece Temelkuran, Muz Sesleri, Everest Yayınları, 2010, s. 14