29 Mayıs 2009 Cuma

"Bu Ölen De Kim?.."


“Hey tanrım! bu ölen de kim, yani kim yaşamış kendi adına.”

Edip Cansever, Yerçekimli Karanfil/Toplu Şiirleri I, Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka İsimli Şiiri, Adam Yayıncılık, 1998, s.123

28 Mayıs 2009 Perşembe

"Herkes Gibi..."


“Herkes gibi bir şey niye olmalı
Varken kendini bulmak, bulmalı.“

Edip Cansever, Yerçekimli Karanfil/Toplu Şiirleri I, Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka İsimli Şiiri, Adam Yayıncılık, 1998, s.125

27 Mayıs 2009 Çarşamba

"Ne Kadarcık Bir Fark..."


“Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında”

Edip Cansever, Yerçekimli Karanfil/Toplu Şiirleri I, Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka İsimli Şiiri, Adam Yayıncılık, 1998, s.120

26 Mayıs 2009 Salı

"Bir Yüzü Bir Yüze..."


“Bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar”

Edip Cansever, Yerçekimli Karanfil/Toplu Şiirleri I, Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka İsimli Şiiri, Adam Yayıncılık, 1998, s.120

25 Mayıs 2009 Pazartesi

"Tek Satır" Haftası


"Ne Gelir Elimizden..."

"Bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru"

Edip Cansever, Yerçekimli Karanfil/Toplu Şiirleri I, Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka İsimli Şiiri, Adam Yayıncılık, 1998, s.120

22 Mayıs 2009 Cuma

Sezen'den Saylan'a Veda


"Zamanın ve mekânın hiçbir önemi yok. Hiç umulmadık anlarda, hayatın herhangi bir köşesinden, hayırlı nefesinizi yüzümüzde hissedeceğimizden eminim. Hoşçakalın... Sezen.”

Sezen Aksu

20 Mayıs 2009 Çarşamba

"Yoga"


“Yoga, reiki revaçta. Bunda bizim ihmalimiz de büyük” dedi.

Ali Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanı, Diyanet Dergisi, Mayıs Sayısı, “Başyazı-İç Huzuru Arayış”

18 Mayıs 2009 Pazartesi

"Hayattan" Altını Çizdiklerim


"Ölüme de Hazırım"

"Bana düşen bütün görevleri yerine getirdim, ölüme de hazırım"

Prof. Dr. Türkan Saylan, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı

15 Mayıs 2009 Cuma

"Bu Barış Var ya..."


Koyunlar keçiler ve koçlar için
Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı
Bu barış var ya, bu barış
Cephedekiler için o kadar barış

Can Yücel, Ölüm ve Oğlum Gök Yokuş-Bayramlık Şiirinden Papirüs Yayınları, 1998, s. 21

14 Mayıs 2009 Perşembe

Ayak İzlerin Şiire Dönüşsün...


İz

Neye dokunsan çiçekleniyorsa,
neden yok oluyormuşsun sonsuzluklarda,
ayak izlerin şiire dönüşüyorsa ardında!

Hakkı Özkan, Gül Sesleri, Yeni Pan Yayıncılık, 1991, s. 62

13 Mayıs 2009 Çarşamba

'Takvim Tutmazlığı'


“Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman’ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını”

Murathan Mungan, Yaz Geçer/Yalnız Bir Opera Şiiri, Metis Yayınları, 1997, s. 14

12 Mayıs 2009 Salı

'Mevlana’dan Zıvanaya'


Ya mutlu göründüğün gibi ol,
Ya mutsuz göründüğün gibi öl!

Can Yücel, Canfeda, Papirüs Yayınları, 1997, s. 16

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Yine Şiir...


“Konuşsam… Gitsem…”

“sokakların gün batınca neden boşaldığını
ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum
konuşsam: sessizlik / gitsem: ayrılık”

Yılmaz Odabaşı, Yurtsuz Şiirler, Cem Yayınevi, 1998, s. 9

8 Mayıs 2009 Cuma

"Estetik Bir Böceğim Ben!"


“Ha, ha!.. Peki benim mutluluğum ne olacak? Beni niçin unutuyorsunuz? Öyle ya, ben de bir kez geldim bu dünyaya, benim de tek yaşamım var, ben de mutlu olmak istiyorum… (Aklını yitirmiş gibi gülümsedi birden.) Eh, estetik bir böcekten başka bir şey değilim ben… (Bu düşünce hoşuna gitmişti. Kin dolu bir sevinçle bu düşünceye sarılmış, onu didik didik ediyor, onunla sanki oynuyordu.) Evet, gerçekten bir böceğim ben. Önce, bir böcek olduğumu düşündüğüm için bir böceğim. İkincisi, sözde, kişisel çıkarımı düşünmediğime, ya da kişisel hırsımın olmadığına, yalnızca güzel, yüce bir amaç için çalıştığıma tam bir ay Büyük Varlığı tanık gösterip durduğum için bir böceğim… Ha, ha, ha!..

Üçüncü olarak da, olası bir adalet duygusunu ağırlık ölçüsüyle, metreyle, aritmetikle ölçmeyi düşündüğüm için… Böceklerin en işe yaramazını aldım, ilk adımım için bana gerekli olanı, ne biraz azını, ne de fazlasını (fazlası, kadının vasiyeti üzerine bir manastıra gidecekti sanırım… Ha, ha, ha!..) almak için öldürdüm… Son olarak da (dişlerini gıcırdatarak sürdürüyordu düşünmeyi:) kendim o öldürdüğüm böcekten daha iğrenç, daha pis bir böcekken, onu öldürdükten sonra bunu kendi kendime söyleyeceğimi önceden sezinlemişken bunu gene de yaptığım için bir böceğim. Bu dehşetle boy ölçüşebilecek bir duygu var mıdır acaba dünyada? Ah, ne iğrenç bir şey!.. Ah, alçaklık!..”

Dostoyevski, Suç ve Ceza, İletişim Yayınları, 2003, s. 323


7 Mayıs 2009 Perşembe

"Bugünün Efendisi/Geleceğin Efendisi"


“Ana düşüncemin özü de şudur: Doğanın yasaları gereği insanlar genelde iki gruba ayrılırlar: Aşağı sınıf (olağan olanlar) ki böylelerinin görevi yalnızca kendileri gibi yaratıkların üremesinde hammadde görevi yapmaktır; bir de bulundukları ortamda söyleyecek yeni bir şeyleri olan yetenekli, üstün insanlar… Kuşkusuz, burada birçok da alt bölümler söz konusudur. Ama bu iki grubu birbirinden ayıran çizgiler oldukça keskindir: Birinci grup, yani hammadde olan insanlar genelde söyleyecek olursak, yaradılıştan tutucudurlar, uysaldırlar, her şeye boyun eğerek yaşayıp giderler, söz dinlemeyi severler. Bence bu tür insanlar söz dinlemek zorundadırlar da, çünkü bu onların yaradılış nedenidir. Bunda onları küçük düşürücü bir yan da yoktur. İkinci gruba gelince, sürekli yasaların sınırlarını zorlarlar böyleleri. Yetenekleri ölçüsünde yıkıcıdırlar, ya da buna yatkındırlar. Bu tür insanların suçları görecedir kuşkusuz, ayrıca çok çeşitlidir. Hayli değişik söylemlerle, daha iyi bir düzen adına günün düzeninin yıkılmasını savunurlar. Ama düşüncelerini gerçekleştirmek için cesetler üzerinden, kan gölleri üzerinden atlamaları gerekse bile, bence, ruhunun derinliklerinde, vicdanlarında bu kan gölünün üzerinden atlamaya izin verebilirler kendilerine.”



“Birinci grup her zaman için bugünün efendisidir, ikinci grup ise geleceğin efendisi. Birinci grup dünyayı korur, dünyada insanların çoğalmasını sağlar, ikinci grup ise dünyayı harekete geçirir, amacına doğru götürür. Birinci grubun da, ikinci grubun da var olmaya eşit hakları vardır. Sözün kısası, benim için ikisinin de hakları eşittir ve…”

Dostoyevski, Suç ve Ceza, İletişim Yayınları, 2003, s. 305-306

6 Mayıs 2009 Çarşamba

"Olağan ve Olağanüstü İnsanlar"


“Sözün kısası, buradan şu sonucu çıkarıyorum: Değil büyük insanlar, toplumda çok az, sürüden ayrılan, yani söyleyecek çok küçük de olsa bir şeyi bile olan insanların tümü, yaradılışları gereği, (kuşkusuz, az ya da çok), kesinlikle birer suçlu olmak zorundadır. Yoksa sürüden ayrılmaları çok güç olur. Sürüde kalmaya, gene yaradılışları gereği, razı olamazlar kuşkusuz. Bana sorarsanız razı olmamaları da gerekir. Sözün kısası, sizin de gördüğünüz gibi, düşüncelerimde buraya kadar herhangi bir önemli yenilik yoktur. Binlerce kez yazılmış, söylenmiş şeylerdir bunlar. İnsanları olağan ve olağanüstü diye iki gruba ayırmama gelince, bunun biraz temelsiz olduğunu kabul edebilirim. Kesin sayılarda direttiğim de yok zaten. Yalnızca ana düşünceme inanıyorum ben. Ana düşüncemin özü de şudur:…”

Dostoyevski, Suç ve Ceza, İletişim Yayınları, 2003, s. 305


5 Mayıs 2009 Salı

"43 Yaş"


“Pulheriya Aleksandrovna kırk üç yaşındaydı ama yüzü eski güzelliğinin kalıntılarını taşıyordu hala. Ayrıca, ruh aydınlığını, anılarının tazeliğini, yüreğinin dürüst, temiz ateşini yaşlılık yıllarına dek yitirmemiş kadınlarda olduğu gibi, yaşından çok daha genç gösteriyordu. Parantez içinde şunu da söyleyelim, bütün bu saydıklarımızı korumak yaşlılıkta bile güzelliğini yitirmemenin tek yoludur. Saçları hafiften ağarmaya, seyrelmeye başlamıştı. Işıl ışıl ince kırışıklıklar çoktandır belirmeye başlamıştı gözlerinin çevresinde. Yanakları endişeden, acıdan çökmüş, kurumuştu. Ama gene de olağanüstü güzel bir yüzü vardı. Onda öne çıkık olmayan alt dudağın anlatımı dışında, bu yüz Dünya’nın yüzünün yirmi yıl sonraki bir portresiydi. Duygulu bir kadındı Pulheriya Aleksandrovna, ama hiç de aşırı bir duygululuk değildi onunki. Ürkek yaradılışlıydı, uysaldı ama, ölçülü. Çok şeyi bağışlayabilirdi, inançlarına ters düşse bile birçok şeye katlanabilirdi, ama her zaman dürüstlüğünün, prensiplerinin, inançlarının asla aşmayacağı bir sınırı vardı…”

Dostoyevski, Suç ve Ceza, İletişim Yayınları, 2003, s.241

4 Mayıs 2009 Pazartesi

"Suç ve Ceza" Haftası


"Kendi Yalanını Söyle!"

“Pulheriya Aleksandrovna ürkek ürkek kesti sözünü:

- Bakın ne diyeceğim…

Ama Razumihin’i daha heyecanlandırmaktan başka bir şeye yaramamıştı bu. Sesini daha da yükselterek sürdürdü konuşmasını:

- Ne düşünüyorsunuz? Yalan söyledikleri için mi kızdığımı sanıyorsunuz? Hayır! Birileri yalan söyledi mi hoşuma gider benim! Bütün öteki canlılara karşı insanın tek üstünlüğüdür yalan söylemek. Yalan söyleyerek gerçeğe ulaşırsın! Yalan söylüyorum, öyleyse insanım! Öncesinde on dört kez, belki yüz on dört kez yalan söylemeden hiçbir gerçeğe ulaşılmamıştır. Gurur duyulacak bir şeydir bu! Oysa kendi aklımızla yalan bile söyleyemiyoruz biz! Bir yalan söyle bana, ama kendi yalanın olsun, alnından öpeyim seni. Kendi yalanını söylemek, başkasının gerçeğini söylemekten çok daha iyidir. Kendi yalanını söylediğinde bir insansın sen, ama başkasının gerçeğini yinelediğinde yalnızca bir papağan… Gerçek bir yere kaçmaz, ama yaşamı darmadağın edebilir… Bunun çok örnekleri görülmüştür. Şimdi birer neyiz bizler? Baştan sona hepimiz bilimde de, gelişmişlikte de, düşüncede de, buluşlarda da, ideallerde de, isteklerde de, liberalizmde de, mantıkta da, deneyimde de, her şeyde, her şeyde, her şeyde hazırlık sınıfı öğrencisiyiz henüz… Başkalarının aklıyla yetinmek hoşumuza gidiyor. Alışmışız buna!”

Dostoyevski, Suç ve Ceza, İletişim Yayınları, 2003, s. 236

1 Mayıs 2009 Cuma

Zoru


Bir gün,
Herkes kendi bahçesine, derlerse...
Hazır mısınız.

Özdemir Asaf, Bir Kapı Önünde/Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi II/Ataol Behramoğlu/Sosyal Yayınları, 1987, s. 533