30 Ekim 2009 Cuma

Mucize Rakamlar/Mucize Hücreler


İnsan vücudandaki en büyük hücre yumurta hücresi, en küçük hücre ise sperm hücresidir.

Bu iki hücre döllenme anında, yaklaşık yarım saat tek bir hücre olarak yaşarlar.

Ebe Asude Oflaz'dan bu değerli bilgiler /
www.hamileokulu.com

28 Ekim 2009 Çarşamba

Mucize Rakamlar/Mucize Duyular


Burnumuzda 1000 değişik koku reseptörü bulunur. Bunlarla 10.000 den fazla kokuyu algılayabiliriz.

Saatte 500 Km. hızla beyine mesaj ileten, 600 bin sinirle beyine bağlı olan göz, aynı anda 1.5 milyon mesaj alıp bunları düzenler ve beyine yollar.


Sevgili Ebe Asude Oflaz’dan bu değerli bilgiler/ www.hamileokulu.com

26 Ekim 2009 Pazartesi

Mucize Rakamlar/Mucize Enzimler


Bir enzim girdiği reaksiyonu 10 milyar defa hızlandırabilir. Böyle bir hızlandırma olmasaydı 5 saniyelik bir süreç, örneğin bir cümlenin okunması 1500 yıl sürerdi.

Sevgili Ebe Asude Oflaz’dan bu değerli bilgiler/ www.hamileokulu.com

23 Ekim 2009 Cuma

14/40


Kırk Kural'ın On Dördüncüsü

“Hiç bilmediğim bir yere ayak basmak üzereydim. Hafif bir tedirginlik duysam da kırk kuraldan birini hatırladım o an:

On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşısına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın.” Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir “diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s.134

22 Ekim 2009 Perşembe

13/40


Kırk Kural'ın On Üçüncüsü

On Üçüncü Kural: “Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.”

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s.119

21 Ekim 2009 Çarşamba

12/40


Kırk Kural'ın On İkincisi

On İkinci Kural: “Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.”

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s. 118

20 Ekim 2009 Salı

11/40


Kırk Kural'ın On Birincisi

“Konya’da beni nelerin beklediğini bilmiyordum. Ama şehir bana nasıl bir kader hazırlamışsa, kucaklamaya hazırdım, tüm kahırlarıyla beraber.

On Birinci Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “Sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.”

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s. 117

19 Ekim 2009 Pazartesi

10/40


Kırk Kural’ın Onuncusu

“Benim bildiğim Aşk’tan uzaklaşanlara endişelenmek lazım gelirdi, doludizgin Aşk’a koşanlara değil.

Onuncu Kural: Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney -çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşır. "

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s.117

16 Ekim 2009 Cuma

"Meryem'e, altında bir ozanın yattığı şu ünlü ağacı gösterirdi."


“Geceleri yer döşeğinde yatar, babasının Herat’taki evini düşünürdü. Onunla birlikte, o evde yaşamanın, onu her gün görmenin nasıl bir şey olacağını. O tıraş olurken, kendisinin ona havlu tuttuğunu hayal ederdi; bir yerini kestiğinde, kıza seslendiğini. Meryem ona çay demlerdi. Kopmuş düğmelerini dikerdi. Birlikte Herat’ta yürür, Celil’in her aradığını bulursun dediği, üstü kemerli pazarda dolaşırlardı. Onun arabasıyla gezerler, insanlar onları gösterip, “İşte, Celil Han’la kızı,” derdi. Meryem’e, altında bir ozanın yattığı şu ünlü ağacı gösterirdi.

Meryem kararını vermişti; bu yakınlarda, bunları Celil’e de anlatacaktı. Bunları duyunca, kızın onu ne kadar özlediğini anlayınca, hiç kuşkusuz, onu da yanında götürecekti. Birlikte Herat’a gidecekler, Meryem onunla aynı evde yaşayacaktı; tıpkı öteki çocukları gibi.”

Khaled Hosseini, Bin Muhteşem Güneş, Everest Yayınları, 2009, s. 28

15 Ekim 2009 Perşembe

"Soluğunu tutar, içinden saniyeleri sayardı."


“Celil’in gitme vakti gelince, Meryem kapının önünde durur, bir sonraki ziyaretle arasında uzanan, devasa, yerinden oynatılamaz bir nesne gibi duran o koskoca haftanın düşüncesiyle, sönmüş bir balon kadar ölgün, onun açıklıktan çıkışını seyrederdi. Celil’in arkasından bakarken, her seferinde soluğunu tutardı. Soluğunu tutar, içinden saniyeleri sayardı. Nefes almadığı her saniye için, Tanrı’nın ona Celil’le bir gün daha bahşedeceğine inanırdı.”

Khaled Hosseini, Bin Muhteşem Güneş, Everest Yayınları, 2009, s. 28

14 Ekim 2009 Çarşamba

"... onun onuruna en iyi hicap’ını bağlardı."


“Arkasından onca atıp tutmasına karşın, Nana, erkeğin yanında sakin, terbiyeli davranırdı. Saçları mutlaka yıkanmış olurdu. Dişlerini fırçalar, onun onuruna en iyi hicap’ını bağlardı. Celil’in karşısındaki bir iskemlede, elleri kucağında, sessizce otururdu. Erkeğe doğrudan bakmaz, kaba, çirkin sözler sarf etmezdi. Güldüğü zaman, çürük dişini saklamak için eliyle ağzını örterdi.”

Khaled Hosseini, Bin Muhteşem Güneş, Everest Yayınları, 2009, s. 25

13 Ekim 2009 Salı

"fırlayıp koşmamak, eşikte durup beklemek ... hep bir çaba gerektirirdi."


“Sonra, Nana seslenirdi: “İşte geliyor! Baban! Olanca haşmetiyle.”

Meryem geniş gülümsemeler, candan el sallamalarla, taşlara basarak ırmağı geçen Celil’i seçince, bir sıçrayışta kalkardı. Nana’nın kendisini gözlediğini, tepkisini ölçtüğünü bilirdi; fırlayıp koşmamak, eşikte durup beklemek, ağır ağır yaklaşan erkeği seyretmek hep bir çaba gerektirirdi. Kendisini tutar, sabırla beklerdi; çıkarıp tek omzuna attığı ceketiyle, rüzgarda uçuşan kırmızı kravatıyla, uzun otların arasından geçişini.

Celil düzlüğe girince, ceketini tandır’ın üzerine fırlatır, kollarını iki yana açardı. Meryem ona doğru yürümeye, sonra koşmaya başlar, babası da onu koltukaltlarından yakalayıp havaya fırlatırdı. Meryem ciyak ciyak bağırırdı.

Bir an havada kalan Meryem, aşağıya bakınca Celil’in yukarı dönük yüzünü, geniş, çarpık tebessümünü, ademelmasını, gamzeli çenesini (tam serçeparmağının ucuna göre, kusursuz cep), çürük dişlerle dolu bir kentteki en beyaz dişleri görürdü. Kırpılmış bıyığına, hava nasıl olursa olsun, gelirken mutlaka takım elbise giymesine (favori rengi olan koyu kahverengi, göğüs cebindeyse bir mendilin beyaz üçgeni), kol düğmelerine, gevşekçe bağladığı, çoğunluğu kırmızı kravatlarına bayılırdı. Meryem böyle havadayken, kendisini de görebilirdi, Celil’in kahverengi gözlerindeki yansısını: kabarmış saçlarını, heyecandan ışıldayan suratını, arkasındaki gökyüzünü.”

Khaled Hosseini, Bin Muhteşem Güneş, Everest Yayınları, 2009, s. 24

12 Ekim 2009 Pazartesi

"sırtını bir duvara verip oturmaktan, ... öylece beklemekten başka hiçbir şey yapamazdı."


“Heyecan, endişe salı akşamından başlardı. Meryem doğru dürüst uyuyamaz, bir iş meselesinin perşembe günü Celil’i alıkoymasından korkar, onu görmek için ya bir hafta daha beklemek zorunda kalırsam, diye ödü kopardı. Çarşambaları dışarıda, kulübe’nin etrafında volta atar, kümese dalgın dalgın tavuk yemi serperdi. Amaçsız yürüyüşlere çıkar, çiçeklerin taçyapraklarını koparıp koluna konan sivrisineklere vururdu. Sonunda, perşembe gelip çattığında, sırtını bir duvara verip oturmaktan, gözleri ırmağa mıhlanmış, öylece beklemekten başka hiçbir şey yapamazdı.”

Khaled Hosseini, Bin Muhteşem Güneş, Everest Yayınları, 2009, s.
23

9 Ekim 2009 Cuma

"Ve kayığına bindi,..."


“Ve kayığına bindi, yanına bir anlam aldı, açıldı.”

Özdemir Asaf, Dünya Kaçtı Gözüme/Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi II/Ataol Behramoğlu/Sosyal Yayınları, 1987

8 Ekim 2009 Perşembe

"Sap"


Haksızlıklara paydos diyecekse balta,
bir isyan bayrağı gibi kalkacaksa havaya,
hazırım sap olmaya.

Hakkı Özkan, Gül Sesleri, Yeni Pan Yayıncılık, 1991, s. 29

7 Ekim 2009 Çarşamba

Duvar Yazıları/Hitit Duası


"Tanrim,
Beni yavaslat.
Aklimi sakinlestirerek kalbimi dinlendir...
Zamanin sonsuzlugunu gostererek bu telasli hizimi dengele...
Gunun karmasasi icinde bana sonsuza kadar yasayacak tepelerinsukunetini ver .
Sinirlerim ve kaslarimdaki gerginligi, bellegimde yasayan akarsularinmelodisiyle yika, gotur.
Uykunun o buyuleyici ve iyilestirici gucunu duymama yardimci ol..."

...

Hititlerin M.Ö. 2000 yılındaki duvar yazısından alınmıştır.

6 Ekim 2009 Salı

Güncel/"Dünyayı Çocuklara Verelim"


Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
Dünyayı çocuklara verelim
Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
Dünyayı çocuklara verelim
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
Çocuklar dünyayı alacak elimizden
Ölümsüz ağaçlar dikecekler.

Nazım Hikmet

Not: Bu güzel şiirli, güzel kartı Konya’dan alıp, Adana’dan bana gönderen Hale’ciğime teşekkürler!/Ayşe

5 Ekim 2009 Pazartesi

Güncel/"Hepimiz Bir Başkasının Öteki'siyiz"


“Kimliğimiz, cinsiyetimiz, kan grubumuz ne olursa olsun, aslında hepimiz bir başkasının ”öteki”siyiz. Her an birileri bizi ötekileştirerek böcek muamelesi yapabilir! Her an bunaltılı düşlerden uyanıp, kendimizi bir böceğe dönüşmüş bulabiliriz: Hepimiz Gregor Samsa’yız…”

Yiğit Bener’in Öteki Kabuslar İsimli Kitabı Üzerine Erdem Öztop ile Yaptığı Söyleşiden, Cumhuriyet Kitap Eki, 24 Eylül 2009, Sayı 1023, s.8 (Yiğit Bener, Öteki Kabuslar, Yapı Kredi Yayınları)

2 Ekim 2009 Cuma

9/40


Kırk Kural'ın Dokuzuncusu

Dokuzuncu Kural: "Sabretmek öyle durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir."

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s. 104

1 Ekim 2009 Perşembe

8/40


Kırk Kural'ın Sekizincisi

Sekizinci Kural: "Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir."

Elif Şafak, Aşk, Doğan Kitap, 2009, s.103