31 Temmuz 2009 Cuma

30 Temmuz 2009 Perşembe

Dostlar!


“Bir insan dostlarını sürekli onarım halinde tutmalı.”

Dr. Samuel Johnson

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Gülümsemenin Böylesi!


“Mavi gözlerinin ucundan gülümserdi.”

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim için söylemiş.

28 Temmuz 2009 Salı

"Asıl Dehamı İse Yaşamımda"


“Yazılarımda ancak yeteneğimi kullanıyorum, asıl dehamı ise yaşamımda gösterebiliyorum.”

Oscar Wilde

27 Temmuz 2009 Pazartesi

"Kısa Kısa" Haftası


“Kendime Verdiğim Bir Armağan Bu...”

“Gündüz ya da gece, saat kaç olursa olsun yazarım. Yazı yazarken sanki trans halindeyimdir. Ancak parmaklarım acımaya başladığında bırakırım tuşlara vurmayı, o zaman anlarım ne kadar çok çalıştığımı. Çalışmak mı dedim? Ne düşüncemi, ne de duygularımı iyi anlatabildim: yazı yazmak, öyküler anlatmak, yaşanmış olayları nakletmek, tanıdığım çocukların anılarına dalmak benim için çalışmak demek değildir. Kendi kendime verdiğim bir armağandır bu.”

Jose’ Maura de Vasconcelos, Delifişek

24 Temmuz 2009 Cuma

İlk Edebiyat Ödülü: "Canciğer"


“Bir de ilkokulda bir ödülüm var: Bir Yavru Türk dergisi cildi kazandırmıştı bana. Üçüncü sınıftaydık, sanırım Öğretmen, tavşanla kaplumbağa öyküsünü anlattı bize. Dedi ki, gelecek ders bunu sizler yazın… Bu bir yarışmadır; birinci gelen, işte, şunu vereceğim… Ertesi derste yazdık hepimiz, verdik. Ben kazanmışım. Tek farkla: Herkes şöyle yazmış; bir tavşanla bir kaplumbağa arkadaş olmuşlardı… Ben şöyle demişim: “Bir tavşanla bir kaplumbağa canciğer arkadaş olmuşlardı.” Ondan sonra uzun zaman, tahrir ödevlerinde bu “canciğer” lafını herkes kullanmaya başladı! Tatilinizi nasıl geçirdiniz? diye bir ödev veriliyor mesela. Herkes şöyle başlıyor: “Canciğer bir arkadaşım vardı…” Bu benim ilk ödülümdür.”

Cemal Süreya, Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Yapı Kredi Yayınları, 2004, İstanbul, s. 19-20

23 Temmuz 2009 Perşembe

"İlk Edebiyat Sevinci"


“İlk edebiyat sevincini de şöyle hissettim galiba: İkinci sınıftayız. Halamın oğlu var. Birlikteyiz. Tatil… Elimizde birer defter var. Bir şeyler yazalım dedik… Arkadaşlarla konuşma gibi bir şey, falan… Bu, bana büyük bir haz verdi. Bu haz, herhalde yazar oluşumun başlangıcıdır.Yazdıklarımı, hocalarıma hiç göstermedim.

Aslında kimseye göstermedim! Siyasal Bilgiler’de gizlice şiir yazarken, arkadaşlarım vardı dergilerde şiir yayımlayan; onlara da göstermedim. Ama şair olarak anılırdım.

Aslında hiç parmak da kaldırmadım, sınıflarda! Lisedeki rahmetli edebiyat öğretmenimiz Ali Sedat Ossal’la bir anımız da vardır burada. Bir şey sorardı sınıfta, kimse bilmezdi. Hiç kimse parmak kaldırmazdı. Elini uzatır, “Orda biri parmak kaldırıyor gibi!” derdi, beni gösterirdi. Ben de kalkıp söylerdim.

“Cemal Süreya, Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Yapı Kredi Yayınları, 2004, İstanbul, s. 14


_

22 Temmuz 2009 Çarşamba

"Cem Süreyya Kim?"


“Edebiyat öğretmenlerimi hiç unutmam. Onların bende, düşünüyorum da, belirleyici edebi rolleri olmuş değil. Ama, bana hepsi, iti kazandırmıştır…”



“Bir gün kompozisyon vermişti. İki kişiyi çok beğendi. Bir beni, bir de Necati Akgül adlı bir arkadaşı… Yalnız ben, tahrir ödevinin üzerine “Cem Süreyya” yazmıştım.
Geldi, “Cem Süreyya kim?” dedi.
“Benim,” dedim.
“Sahiden Cem mi adın?” diye sordu.
“Yok,” dedim, “benim adım Cemalettin.”
Arkasına “…alettin” ekledi; “Bir daha adınla yaz!” dedi.

Mehmet Behçet Yazar, gerçekten eski edebiyatı çok iyi bilirdi. Eski ölü dilleri bilir, Çağatayca bilir… Çok da efendi bir adamdı. Öbür öğretmenler de çok saygı gösterirlerdi ona. Cumhuriyet’in ilk yıllarından kalma bir adamdı…”

Cemal Süreya, Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Yapı Kredi Yayınları, 2004, İstanbul, s. 13

21 Temmuz 2009 Salı

Çocuk Ve Edebiyat


646. gün

“Ayrı bir çocuk edebiyatı olmaması kanısındayım. Biri diyecek ki, “Ama var böyle bir edebiyat!” Var, var olmasına; ne ki, olması gerektiği için değil, kendisi var olmak istediği için. Geçende bir arkadaş Saçak’taki bir soruşturmaya verdiği karşılıkta ne güzel soruyordu: “Çocuk yazar var mı?” diye.



“Edebiyat vardır. Çocuklar da ondan kendilerine göre koparabildiklerini alırlar. Çocuğu küçümseme yatıyor “çocuk edebiyatı” sözünde. Bırakalım, çocuk da yüzmeyi (okuma yazma) öğrendikten sonra bizim girdiğimiz denize girsin.”



“S. Firestone, Ortaçağ’da çocukluk diye bir kavramın geçerli olmadığını söyler. Ne çocuk giysileri vardır o çağda, ne oyuncaklar, ne de çocuk konuşması. Bütün bunları büyük bir sapkınlık olarak niteler ve daha çok Rönesans’tan sonra ortaya çıktığını ekler, önceleri çocuklar “küçük boy” insanlardı; çıraklar da onlardı, hizmetkarlar da…”

Cemal Süreya, Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Yapı Kredi Yayınları, 2004, İstanbul, s. 9

20 Temmuz 2009 Pazartesi

"Çocuklar Her Şeyi Anlar/Okuma Tadı Yaratmak"


Çocuklar İçin Edebiyat*

“185. Gün

İki ay olmuş Çocukça dergisinden kovulalı. Oysa ben oradaki “Aritmetik İyi, Kuşlar Pekiyi” başlıklı sütunumu çok seviyorum. On iki yazı yazmışım. Orhan Alkaya’nın isteği üzerine girdiğim bu işte, başta, bayağı zorlandım. Kolay değil, yedi sekiz yaş düzeyindeki çocuklara, onların öğrenci olmayan yanlarına seslenebilmek. İki yazı çok zor çıktı. Giderek ısınmış ve kendime göre bir yol bulmuştum. Çocukların her şeyi zaten anladığı düşüncesinden çıkış yaptım. Geliştirebilirdim de bunu.

Kapılıp gitmek isterdim o yazılara.”

*Bu bölüm Cemal Süreya’nın Günler (YKY, 1996) adlı yapıtından alınmıştır.



-“Hiç uğramıyorsun yahu!” dedi. Senin çocuk dergisinden ne haber?
- Yakında çıkıyor, diye karşılık verdim.
- İlk yazıyı yazdın mı?
- Nasıl başlayacağımı bilemiyorum.
- Hadi hadi! Yazarsın. Yalnız şunu unutma: Çocuklar her şeyi anlar. Her şeyden söz edebilirsin onlara. Enflasyondan bile.
- Ama…
- Aması yok bunun. Savaşlardan söz et; dünyası sarsan günlerden. Bak, her ay ne kadar kitap çıkıyor. Şairler var. Ressamlar. Sonra, uzay bilginleri. Çevre kirlenmesi, İran’a ve Irak’a domates satıyormuşuz.”



- Bilgiçlik taslayan şeyler yazma. Serüvenlerden, düşlerden de söz et. Sözgelimi lacivert ipek helikopter uçsun yazılarında. Bilgi de ver. Yavru belinanın ağırlığını söyle bakalım.



- Hep bilgi mi vereceğim çocuklara?
- Yok canım. Senin işin onlarda okuma tadı yaratmaya çalışmak.

Cemal Süreya, Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Yapı Kredi Yayınları, 2004, İstanbul, s. 7-24

17 Temmuz 2009 Cuma

"yani yürekte"


“Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte”

Nazım Hikmet

16 Temmuz 2009 Perşembe

"Nerede olursan ol"


“Nerede olursan ol,
Oradayım biraz
Evet, nerede olursan ol
Buradasın daha çok…”

Fazıl Hüsnü Dağlarca

15 Temmuz 2009 Çarşamba

14 Temmuz 2009 Salı

13 Temmuz 2009 Pazartesi

10 Temmuz 2009 Cuma

"Pasifik’i İlk Gördüğümde..."


“Bazı cumartesi sabahları erken kalkar, 17 numaralı karayolundan güneye, Santa Cruz’a yollanırdım; Ford virajlı dağ yolunu tırmanırken epece zorlanırdı. Arabayı eski deniz fenerinin yanında durdurur, denizden yuvarlana yuvarlanan yükselen pusa bakarak güneşin doğuşunu beklerdim. Afganistan’dayken okyanusu salt filmlerde görmüştüm. Karanlıkta, Hasan’ın yanında otururken, okuduklarımın doğru olup olmadığını merak ederdim: Deniz havası gerçekten de tuz mu kokardı? Hasan’a, bir gün yosun kaplı bir kumsalda yürüyeceğimizi, ayaklarımızı kumlara gömeceğimizi ve ayak parmaklarımızı kaplayan, sonra da çekilen suyu seyredeceğimizi söylerdim hep. Pasifik’i ilk gördüğümde, ağlamamak için kendimi güç tuttum. Çocukluğumun sinema perdesindeki kadar engin ve maviydi.”

Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı, Everest Yayınları, 2008, s. 139

9 Temmuz 2009 Perşembe

"Kredi Kartı Niyetine, Bir Dal Parçası"


“Babam hala Amerika’daki yaşama alışmaya çalışıyor” dedim, açıklamak istercesine.

Onlara, Kabil’de ağaçtan kopardığımız bir dal parçasını kredi kartı niyetine, kullandığımızı anlatmak isterdim. Hasan’la dalı alır, fırına giderdik. Fırıncı bıçağıyla dalın üzerine bir çentik atardı; tandır’ın alevleri arasından bizim için çektiği her nan (ekmek) somunu için bir çizgi. Ay sonunda Baba çubuktaki çentiklere göre ödeme yapardı. Hepsi bu kadar. Kimlik filan yok.”

Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı, Everest Yayınları, 2008, s. 132

8 Temmuz 2009 Çarşamba

"Bu Dünyada Gerçek Erkeklerin Sayısı Yalnızca..."


“Baba bu yürüyüşlerde beni uzun, bitmek bilmez söylevlerle süslenmiş, politik görüşleriyle aydınlatırdı. “Bu dünyada gerçek erkeklerin sayısı yalnızca üç, Emir.” derdi. Parmaklarıyla sayardı: atak, kurtarıcı Amerika, Britanya ve İsrail. “Gerisi” -elini şöyle bir sallayıp püüf diye bu sesi çıkartırdı- “Onlar, dedikoducu kocakarılardan farksız.”

Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı, Everest Yayınları, 2008, s. 128

7 Temmuz 2009 Salı

"Bin Tane İste, Senin İçin Yakalayayım!"


“Kazandık! Biz kazandık!” Bunlar gerçek olamazdı.”



“Sonra, ellerini telaşla salladı. Aynı anda anladım. “Hasan, biz…”

“Biliyorum” dedi Hasan, benden uzaklaşarak: “Daha sonra kutlarız, inşallah. Şimdi o mavi uçurtmayı senin için yakalayacağım.” Elindeki makarayı attı, koşmaya başladı; yeşil çapan’ının ucu arkası sıra karda sürükleniyordu.

Seslendim, “Hasan, getir onu!”

Sokağın köşesini dönmek üzereydi; lastık botları yeden kar öbekleri kaldırıyordu. Durdu, döndü. Ellerini ağzının iki yanına götürdü. “Bin tane iste, senin için yakalayayım!” dedi. Sonra o bildik Hasan gülümsemesiyle gülümsedi, köşeyi dönüp gözden yitti. Onu bir kez daha böylesine tasasız, böylesine içten gülümserken ancak yirmi altı yıl sonra, solmuş bir Polaroid fotoğrafta gördüm.”

Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı, Everest Yayınları, 2008, s. 69

6 Temmuz 2009 Pazartesi

"Uçurtma Avcısı" Haftası


"Yalnızca Bir Günah Vardır"


“Güzel” dedi Baba, ama gözleri ikircikliydi artık. “Şimdi, mollalar ne derse desin, yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir. Ne demek istediğimi anlıyor musun?”

“Hayır, Baba can” dedim, anlamak için kendimi umutsuzca zorlayarak. Onu bir kez daha hüsrana uğratmak istemiyordum.



“Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun.” dedi Baba. “Karısının elinden kocasını, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun?”

Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı, Everest Yayınları, 2008, s. 19

3 Temmuz 2009 Cuma

"Hayat’ın Oğulları Ve Kızları"


Ermiş

...

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar. Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.

...

Halil Cibran

Leyla Navaro, Gerçekten Beni Duyuyor Musun?/Sevdiklerinizi Gerçekten Duyun, Kendinizi Daha İçtenlikle Duyurun, Remzi Kitabevi, 2006, s. 47

2 Temmuz 2009 Perşembe

Yaşamın 3/4’ünde Yetişkin Olmak!


“Çocukların bazı davranışlarını, kendi davranışlarımıza benzedikleri için daha fazla kabul ederiz. Bazı anne/baba ise çocuklarının kendilerininkine benzemeyen davranışlarını daha kolay kabul edeler.



İlk çocuklar genellikle daha katı kurallarla, daha büyük beklentilerle büyütülür, ikinci çocukta anne/baba, çocuk bakımı ve eğitimi konusunda artık daha deneyimli ve daha güvenli, dolayısıyla daha az endişeli ve daha rahattır; çocuğun bazı davranışlarına daha az tepki gösterir. Davranışları kabul edip etmeme, çocuğun cinsiyetine de bağlı olabilir. Anne/baba, genellikle çocuklarının erkekse afacan, kızsa uslu olmasını ister, tersi olunca de tepki gösterirler. Ayrıca çocuğu kabul edip etmeme, ailenin değerlerine de bağlıdır. Bazı anne/baba uslu, ağırbaşlı çocukları daha çok sever, değer verir; bazısı ise yaramaz, gürültücü, afacan çocukları yeğler. Demek oluyor ki, anne/babanın çocuklarına tepkileri genellikle, çocuğun gerçek kişiliğine ve yapısına göre değil de anne/babanın beklentilerine uyup uymadığına göre ortaya çıkabilir.

Ancak, çocuk eğitiminde etkili olabilmek ve çocukla sağlıklı ilişkiler kurabilmek için ilk adım, çocuğu çocukluğuyla yani yaşının getirdiği doğal sınırlamalar ve yetersizliklerle kabul etmek, ona ileride olmasını düşlediğimiz yetişkinin veya kendimizin küçük bir kopyası olmadığından dolayı kızmamakla başlar. Beklentilerimizin gerçekleşmesini sabır ve güvenle beklersek, çocuğa da bu aşamaları atlaşması için daha sağlıklı bir ortam hazırlamış oluruz. Zira çocuk, çocuktur. Neden onu şimdiden yetişkinler dünyasına ayak uydurmaya zorluyor, ondan yaşından büyük davranışlar bekliyor ve beklentilerimize uymadığı için kızıp eleştiriyoruz?



Bırakalım, Tanrı’nın lütfu olan bu çocukluk devresini doyasıya yaşasınlar, zaten yaşamlarının 3/4’ünü yetişkin olarak yaşamayacaklar mı?”

Leyla Navaro, Gerçekten Beni Duyuyor Musun?/Sevdiklerinizi Gerçekten Duyun, Kendinizi Daha İçtenlikle Duyurun, Remzi Kitabevi, 2006, s. 44-46

1 Temmuz 2009 Çarşamba

"Üzüntü, Her Kişinin Doğal Duygu Hakkıdır"


“Üzüntü, korku, kıskançlık gibi acı veren duygular biz büyüklerin de hoşuna gitmediğinden, genellikle yaptığımız, bu duyguları inkar etmektir. Özellikle çocuklarda bu gibi duyguları algıladığımız zaman, kabul etmekten ve isimlendirmekten korkarız. Çünkü kabul eder veya isimlendirirsek, bunların kalıcı olacağını, çocuğun mutsuz, korkak ve kıskanç olabileceğini düşünürüz. Dolayısıyla reddeder ve inkar ederiz. Halbuki, bu tür duygular hissetmek, örneğin korkmak, mutlaka korkak olmak demek değildir. Biz de yetişkin olarak bazen karanlıktan, bilinmeyenden korkabilir, tedirgin olabiliriz. Bunun gibi üzülmek de mutlaka mutsuz olmak demek değildir. Üzüntü, yaşamın bir parçası ve her kişinin doğal duygu hakkıdır. O anda kedisi, topu veya arkadaşı için üzülen çocuk, gerçekten üzülüyordur, ancak anlaşıldığını, duygusunun kabul edildiğini hissederse rahatlar, daha kolay teselli bulur. Yaşamda daha büyük ve ciddi üzüntüler var diye çocuğunkini küçümsemek, inkar etmek haksızlıktır, ayrıca çocuğun anlamayacağı boyuttur. Çocuğun üzüntüleri, duyguları kendi boyuna göre gerçek ve geçerlidir. Duyulmadığını, anlaşılmadığını gören çocuk, bunu duyurmak için daha aşırıya kaçar, daha çok ağlayarak veya hırçınlık ederek kendini duyurmaya çalışır.”

Leyla Navaro, Gerçekten Beni Duyuyor Musun?/Sevdiklerinizi Gerçekten Duyun, Kendinizi Daha İçtenlikle Duyurun, Remzi Kitabevi, 2006, s. 35