16 Nisan 2009 Perşembe

"Dudaklarından ayrılan ben değildim"


Yeniden yola koyulduk.

“Piramitlere ilişkin daha neler bu İbni Battuta?”

“Onları, yıldızların devinimlerini çok iyi bilen, tufanı önceden haber veren bir bilge kişinin yaptırdığını. Piramitleri şu nedenle yaptırmış: Sanatın ve bilimin bütün yapıtlarını buralarda saklayıp yok olmalarını önlemeyi amaçlamış.”

Daha alay edilmemek için çarçabuk ekledim.

“Yine de İbni Battuta bunların varsayım olduğunu, bu yabansı yapıların tam ne amaçla yapıldığını bilmediğini yazıyor.”

“Bence piramitler güzel ve etkileyici olsunlar diye, yeryüzünün ilk harikaları olsun diye yapılmışlardır. Bir işlevi vardır kesinkes ama bunu yalnızca o zamanın hükümdarları biliyordu.”

Bir tepenin doruğuna ulaşmıştık. Ve piramitler işte orada, çevremizdeydi. Devesini durdurup kolunu doğu yönüne doğru öylesine duygulu bir biçimde kaldırdı ki kolu sanki saygınlık kazandı.

“Evlerimiz, saraylarımız ve bizler yok olduktan çok uzun zaman sonra da piramitler olacak. Bu Ölümsüz Olan’ın gözünde de en yararlı oldukları anlamına gelmez mi?”

Elimi onunkinin üstüne koydum.

“Şimdi biz yaşıyoruz. Ve birlikteyiz. İkimiz yalnızız.”

Çevreye bir göz attıktan sonra,

“Evet, ikimiz yalnızız,” dedi.

Devesini benimkine yaklaştırdı, peçesini kaldırdı, beni dudaklarımdan öptü. Tanrım, Kıyamet Gününe dek öylece kalabilirdim.

Dudaklarından ayrılan ben değildim. Benden ayrılan da o değildi. Develerimiz, çarçabuk birbirinden uzaklaştı; dengemizi yitirip düşmekten korktuk.

“Geç oluyor. Dinlensek.”

“Piramitlerde mi?”

“Hayır, biraz daha ötede. Buradan birkaç mil uzakta beni büyütmüş olan dadımın köyü var. Her pazartesi akşamı beni bekler.”

Amin Maalouf, Afrikalı Leo, Yapı Kredi Yayınları, 1998, s.230-231

Hiç yorum yok: